1 Mayıs 2011 Pazar

Kanadı hışırdar kuşların

Olmayan rakiplerimden tekrarlar aşırıyorum çoğu zaman.

Sanki benim öldürmediğim ümitleri saklamaya çalışırken,

hatırıma gelen düşünceler gibiler.

Gözlerimle,

evet kendi gözlerimle gördüklerimi düşünceye dönüştürene değin,

geçen zaman yetmiyor unutmaya bazı şeyleri.

Alışmayı becerebiliyorum ancak.

Alışmayı, seviyorum sonra.

Geçip gittiğim renklerin içinden

bir tekdüzelik yaratabilmişim gibi geliyor.

Renklerim ağlıyor, ben seviniyorum.

Bütün zümrütler yeşil olmalı,

geçmişte.

Akıp giden zamanın bir mağrifeti varsa eğer, çıplaklığın resmedilişiyle, dile gelişinin aynı kokuyu vurgulayabilmesidir bu. Gerisi, kavranışı mümkün olmayan detay, ıvır zıvır işte.

Bak! ne var ki, ne kaldı bize teselli veren?

Tabiatın ahengi bile sarsılmış bu günlerde.

Tüm şiddetine rağmen acılarımız romantik bir özlem olarak adlandırılıyor

ve tüm özlemlerimiz biraz romantik olduğu için yok sayılıyor.

“Oysa

ne zaman

aksa su

kendisinden yol alıp

kendisi olmamaya,

dinler bir yerde kulak kesilip

biri

suyun kendi yol sesini.”

“Ansıdım” diyen bir adam tanıdım.

Senden bahsettik.

O’nun yalnızlığının “izleyicisi” olabilir miyim dedim.

Hayır dedi. Sonra…

Ses tırmaladı benliğimin her bir parçasını,

koptu sevinç bağrından gecenin.

Adam ansıdı ve anlattı,

yitik bir hikâye.

Kediler birine ya da bir şeye kızmışlar gibi

miyavladı o gece,

geceyi böldü sesleri.

Başka bir gece

başka bir adam şarkı söyledi bize,

dinledik.

Yükseklik…

Düşmeye değer miydi yükseklik?

Aynı fikirde miydik, aynı fikir miydik?

Gece kapısını araladı ve yavaşça içeri süzüldü ışık.

Bilinen tüm hızına rağmen

yavaş hareket ediyordu nedense.

Senin sesin kesilmişti

ve sanki bir daha gelmeyecekti o dağın ötesinden.

Kuşlar kanat çırptı, havayı savurdu bu hareketleri.

Esrarengiz bir hışırtı.

Dünyanın ve kainatın en dinlenesi hışırtısıydı

kuşların kanat sesleri.

Güzeldi.